16 Haziran 2016 Perşembe

TERÖRLE MÜCADELEDEN VAZGEÇİLDİ

Yazılan, çizilen, konuşulanlara baktığımda bugünlerde gördüğüm en önemli tablolardan bir tanesi şu: Yine işi yalnızca askere ve diğer güvenlik birimlerine yıkmış gibi gözüküyoruz. 
Yine işin ruhundan uzaklaşıp, terörle mücadeleden vazgeçip, teröristle mücadeleye odaklanmış durumdayız. Çünkü en kolay başarının elde edildiği yer teröristle mücadele. Bunu rakamlarla çok net olarak açıklayabiliyorsunuz ve emir verdiğinizde güvenlik güçleri gözü kara bir şekilde, vatan sevgileriyle işlerini çok daha rahat yapabiliyor. Kısa vadede çok daha başarılı sonuçlara ulaşabiliyorsunuz. 
Ama unutmayın ki terörle mücadele olmadığı müddetçe teröristle mücadelenin de çok fazla bir anlamı kalmıyor. Bu, çok net bir şekilde ortada. 
Evet 10 bin terörist etkisiz hale getirilmiş durumda. Ama teröristle mücadeleyi terörle mücadeleye çevirmediğinizde 10 bin teröristin etkisiz hale getirilmesinin hiçbir anlamı yok.
Verdiğimiz şehitler ve gazilerin bu çabaları inanın boşa gidecek.
***
Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne baktığınızda ne Milli Eğitim, ne Sağlık ne İçişleri bakanlıklarının yapması gerekenlerin hala hayata geçirilmediğini görüyorsunuz. Bu hayata geçirilmeyen ve koordine edilmeyen konular, önümüzdeki günlerde her gün başımızı ağrıtan konular olarak gündeme gelecek.
Evet Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki halk PKK'nın yaptıklarından çok bunalmış durumda. Yaşatmış oldukları ızdırapların farkındalar. Önümüzdeki dönemde bu terör grubunun yaşatabileceklerinin de bilincindeler. Ama “devlet zaten başlangıç itibarıyla bu dramların yaşanmasına müsaade etmemeliydi” diyecekler. Ayrıca yıkılan ve yakılan her yerin onarılmasını isteyecekler. Bunu istemeleri onların helal olan haklarıdır. Neredeyse bir yıldan bu yana evsizler. Çocukları okullarına gidemiyor. Yaşadıkları ızdırabın, travmanın boyutu tanımlanamıyor bile. 
Evet, Güneydoğu'daki vatandaşlarımız PKK'dan uzaklaştı. Ama Güneydoğu'daki halk acaba şu anda kime yanaştı, kimin yanında yer aldı? Evet, teröristle mücadelede devletin yanında yer aldı. Peki terörle mücadele kapsamında nerede olacak?
İşte bunların her birini belirleyecek faaliyetler, bütün bakanlıkların ve toplumsal olarak yapılacak olan yeniden organizasyonun, inşanın, yenilemenin sürecinde meydana gelecek.
Bir güvenlik politikaları uzmanı olarak baktığımda maalesef geçmişte yapılan hataların aynısının yapıldığını görüyorum. 
***
Evet, teröristle mücadele ediyoruz, ama terörle mücadeleyi asla yapmıyoruz. Evet, bölgeye gittiğinizde yeni binalar inşa etmek için projeler oluşturuyorsunuz, okul, yol yapıyorsunuz. Evet, sosyo-ekonomik projeler var. Ama şunu unutmayın; okullarda PKK destekçiliği yapanlar, sağlık birimlerinde PKK için çalışanlar, adli veya diğer birimlerde PKK faaliyetlerini organize edenler, yürütenler, onların tabiriyle gençlik teşkilatında yer aldıkları müddetçe gerçek anlamda terörle mücadeleye atılacak mıyız? Oradaki insanların çocukları, o okullara gidip aynı muameleye, olaylara şahit olmayacak mı?
Yani işin özü, sürekli söylenen şu tabirde saklı: Bataklığı kurutmak yerine sinekleri öldürmeye devam ettiğiniz müddetçe açıkça terörle mücadele yapmış sayılmazsınız. Ben Suriye'de bataklığın kurutulmasından vazgeçtim. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde örgütün beslendiği kaynaklar, üniversiteler, eğitim kurumları, sağlık merkezleri ve diğer yerlerdeki faaliyetlerle ilgili somut atılan adımları alt alta yazabiliyor musunuz? Bunları 10 maddeye getirebiliyor musunuz?
Benim gördüğüm kadarıyla elde edilen tarihi fırsat maalesef kaçırılıyor. Örgüt hayatının en büyük hatasını bölgede yapmış olmasına rağmen bu hatanın getirisini devlet kendi hanesine yazamıyor. Önümüzdeki süreç, bu yazılamayan hataların bedeliyle olacak. Benim üzüntüm, bugün konuştuğumuz konulardan çok daha büyük, hukuki, bölünme, duygusal travma sorunlarıyla uğraşacağız.
Maalesef bir kez daha söylüyorum. Biz en kolayını yapıyoruz, teröristle mücadele ediyoruz. Çünkü en başarılı olduğumuz yer burası. Ama asla ve asla terörle mücadele yapmıyoruz.
Devamını Oku »

15 Haziran 2016 Çarşamba

HEDEF KİM?

Aylardan beri bana en çok sorulan soru , PKK nın üst düzey sorumlularına karşı neden bir operasyon planlanmadığı.
Açıkçası bu söylemi çok da yerinde bir eleştiri olarak görmüyorum.
Yapılıp yapılmadığını anlamak için, son bir yıldır ödül listesinde yer alan kaç kişinin etkisiz hale getirildiğine bir bakmak gerekiyor.
Bu listelerde yer alan kişilerin etkisiz hale getirilmesi sırasında rastgele mi yoksa bilinçli bir şekilde mi operasyon yapılıyor ona da dikkatlice bakmak gerekiyor.
Son dönemde bu listede yer alan kişilere karşı yapılan operasyonlarda asla kayıp verilmiyor ve hatta darbenin nereden geldiği bile anlaşılamıyor. Bu listede yer alan kişiler, çevresinde onlarca teröristlerle dolaşmalarına rağmen kırsal alanda yapılan operasyonlarda temasa girilmeden listedeki kişilere ulaşılıyor.
Bunlar yapılırken de silahlı İHA'lardan faydalanılmıyor. İşin ayrıntılarına girmeden bunun nasıl olabildiğini anlatmaya çalışacağım. Aylar öncesinde yazdığım bir yazıda Özel Kuvvetler Komutanlığı ile Hava Kuvvetleri'nin ortak operasyon yapma yeteneğinin, YDH'lere (Yüksek Değerli Hedef ) karşı inanılmaz bir seviyeye geldiği anlatmaya çalışmıştım. İşte bu eğitim ve teknolojik devrim, casus uydu ve silahlı İHA'larımız olmamasına rağmen ABD ve İngiliz Özel Kuvvetleri seviyesine bizleri getirdi.
Son dönemde Karar gazetesinde ‘Hayalet Timler' başlığıyla verilen haberin içeriğinde olduğu gibi arazide fark edilmeden bazı operasyonlar gerçekleştirildi. Bu operasyonlar terör örgütünün telsiz konuşmalarına da yansımaya başladı. Telsiz konuşmalarında arazide başlarını çıkardıklarında operasyona uğradıklarını söylemeye başladılar. Arazide ne bir birlik fark ettiklerini ne de İHA gördüklerini söylüyorlardı. Her hareketlerinin nasıl bu kadar rahat meydana çıktığını Kandil'deki merkez telsizine soruyorlardı. Açıkçası ‘biz ne olduğunu anlayamadık siz ağabeylerinize bir sorun' demeye getiriyorlardı.
Ağabeyleri nasıl olduğunu anlasalar da açıkçası onların da ellerinden fazla bir şey gelmiyordu. Çünkü operasyon yapma şekli onların kısıtlarının çok da üzerindeydi. Ellerinden geldiğince silahlı İHA vermediler, anlık istihbarat paylaşıyoruz diyerek iki saatlik gecikmeyle istihbarat vermeye çalıştılar. Taarruz helikopteri satımını engellediler. Fakat Çılgın Türkler ne yaptılar ne ettiler YDH teknolojisine ve eğitim seviyesine ulaştılar.
Şimdi yaptıkları en önemli şey, Suriye'de TSK'nın kabiliyetlerine kısıtlama getirmek için ortak hareket etmek bahanesini ileri sürmek. Türkiye'nin Suriye'deki PKK üst düzey yönetimine karşı harekete geçmesini engellemek adına her yerde kendi askerlerinin olduğunu öne sürerek alanı daraltmaya çalışmak.
PKK terör örgütünün sözde üst düzey yönetimi , Türkiye'nin yüksek değerli hedef takibinden kurtulmak için ya başka ülkelere kaçmış ya da koalisyon güçlerinin himayesinde olduğu bölgelere sığınmış durumda.
Türkiye silahlı İHA'ların envantere girmesiyle beraber açıkçası diğer kısıtlardan da kurtulmayı başaracaktır.
Önümüzdeki günlerde Kuzey Irak'taki kamplarda yapılan hayalet operasyonlarının açıklamaları muhtemelen PKK kaynakları tarafından da açıklanmaya başlayacaktır.
Türkiye'deki eylemlerin sorumlusu kişilerin akıbetini onlar bile daha fazla gizleyemeyeceklerdir. Önümüzdeki günlerde sanırım sorulacak tek soru.
‘Hedefte bugün kim var?' olacaktır.
Devamını Oku »

Akıl Oyunları & Devlet'in Dirilişi


Bu yazıyı yazmadan önce rahmetli hocam Yılmaz Öztuna'nın
''OSMANLIYA VEDA'' adlı kitabını okuyordum.Devlet-i Aliyye'nin son 150 yılını çok güzel anlatmış.Yapılan ihanetleri çekinmeden açıkça yazmış.Yıkılış 150 yılda olduysa,Diriliş de o kadar sürecek.Dünya'nın en büyük Küresel Gücü Osmanlı Devleti bile 156.yılını doldurduktan sonra Küresel Vizyona adım atabilmiştir.Biz ise daha bir asrı tamamlamadan kendimizi dev aynasında görüyoruz.Bazı kişiler ise ideolojık önyargıları sebebiyle her koşulda Erdoğan'a saldırı içinde.Şu sıralar kullandıkları cümlelerin başında : Yine mi kandırıldınız ? MHP'liere soruyorum..Eminim bir kısmınız Devlet Bey'e büyük destek verdiniz.Kandırıldınız mı ? Deniz Baykal'a zamanında destek veren CHP'liler kandırıldınız mı ? Selehattin Demirtaş'ı başımıza kahraman yapan solcular kandırıldınız mı? Sizler sanıyorsunuz ki Üç tane parti toplanmış iktidar olmak için yarışıyorlar.Yok böyle bir şey.Türkiye'de olan olayları gördükten sonra hala bu yönde yorum yapıyorsunuz.İktidar savaşları partiler arasında değil,parti içinde olur.ABD'de Cumhuriyetçiler ile Demokratların arasında rekabet olduğunu sanarsınız. Cumhuriyetçileri Sermaye,Demokrat kesimi Amerikan Derin Devleti destekliyormuş.Obama'nın ilk başkan olduğu seçimlerde rakibi Hillary Clinton'dı.Karşı tarafın adayıydı.Obama başkan seçildi.Clinton ise Dışişleri Bakanı oldu.Bugün ise Obama; başkanlık seçimlerinde Clinton'ı destekliyor.Rekabet nerede ? Sistem iktidarı seçtiği gibi,Muhalefeti de dizayn ediyor.
Tayyip Erdoğan'ı hep kandırıyorlar mı ?
Bu ülkede herkes siyaseti çok iyi biliyor.Egoist düşünceler öyle çok tavan yapmış ki bir insanın tek başına herşeyi yapabileceğine inanmışlar.Tayyip Erdoğan'ın 2002'de yola çıktığı arkadaşların yarısından çoğu şuan nerede ? Güya diyorlar ki Erdoğan Cemaat ile bir olmuş.Onlara inanmış.Sonra ise kandırıldığını anlamış.Peki kimse şu soruyu sormuyor : Erdoğan diyelim ki 2005 yılında Cemaat'in ne olduğunu anladı..Hangi kadro ile onları tasfiye edecekti ? Hangi Medya desteğini alacaktı ? Bunu milyon destekçisi olan bir cemaatin tabanına nasıl anlatacaktı ? Hanefi Avcı 1997 yılında Emniyet'e verdiği ifade de devlet içinde paralel yapılanmayı zaten anlattı.Devlet herşeyden haberdar.Siz bu işi çocuk oyuncağı zannediyorsunuz..Makara olsun diye yorum yapıyorsunuz.Osmanlı; Yeniçeri Ocağını lağvetmek için 60 sene bekledi.Bunun için Ordu içinde kadro yetiştirdi.Tarihi çok bildiğinizi sanıyorsunuz,hiçbirşey bildiğiniz yok kusura bakmayın.
Asıl düşman..
Milli Damar diye bir yapı var.Bu yapı Gülen Hareketinden daha tehlikeli.17 Aralık Operasyonu aslında bu yapıyı deşifre etmek için devlet tarafından planlandı.2.Hedef ise Gülen Cemaatini tasfiye etmekti.25 Aralık'ta ise bu yapının ağ babaları operasyon yaptı.25 Aralık neden 17 Aralık'ta yapılmadı? Biz sanıyoruz ki Operasyonlar başarılı olsaydı devletin önemli kademelerine cemaat kadroları geçecekti. Cemaat kadrolarını o koltuklara oturtmazlar.Bunlar adamı ipe götürür.Gülen Cemaati kadar geniş bir alana yayılmıyorlar. Dar alandalar ama daha tehlikeliler. Gülen Hareketini gözümüzde çok büyüttük.Her olayın arkasında onlar var sanıyoruz.Bu algı çok tehlikeli.Şuana kadar Gladio'nun kuklaları ile karşılaştık.Şimdi gölgeleri karşımıza çıkacak.Gülen hareketi kukla idi.Gözümüzün içine baka baka yaptılar.Bunlar hissettirmeden malı götürüyor.Cemaat'ten ayrılan isimlerin pek çoğu Milli Damar ile bağlantılı..
Devlet; Milli Damar denilen yapıdan da uzun süredir haberdar.
Cemaatin para kaynaklarına el koyan Devlet bunları kime teslim edecek ? Devlet içinde bunun kavgası var.Halk Bankası ve Vakıf Bankası'nda çalışan üst düzey 80 yönetici görevden alındı.17 Aralık sürecinde gündemin başında olan bankada neden görev değişikliği yaşandı ? Görevden alınmalar yaşanırken,bir şok edici haber ABD'den geldi.ABD devlet olarak Kuveyt Türk Bankasına dava açtı.Konu ise Türkiye'nin IŞID ile bu banka üstünden para akladığıdır.Kuveyt Türk Bankası neden hedefte ? Dıgıturk'u TMSF katarlılara sattı.Buna kimler karşı çıktı ? Devlet içinde ki savaş asıl şimdi başlıyor.
Erdoğan Askeri gücü arkasına almasa;Hanefi Avcı ''Milli Damar'' denilen örgüte karşı Savcı'ya ifade verir mi ? Hüseyin Kıvrıkoğlu paşa ve ekibi Hanefi Avcı'yı korumaya almasa 1997'de Hanefi Avcı devlet içinde paralel yapılanma var diye Savcı'ya ifade verir miydi ? Yargıtay ve HSYK'da olan değişimler Perinçek'in Yargı içinde gizli kadrosu ile yürütülüyor..Erdoğan'ın kadrosu yok..
Devlet , Perinçek'e kendi kadrosunu kullanması için emir verdi.!
Bugün Erdoğan ABD'yi,Avrupa'yı karşısına alma cesaretinde bulunuyor..Çünkü Ordu kendisinden taraf..1960 darbesinde tasfiye edilen 4 bin subayın yerine yaklaşık 50 senede yetişen yeni ekip Erdoğan'ın arkasında.MİT'in 2.adamı Paris'e atandı.1.adamı neden atanmadı? Davutoğlu 1.Adamdı..Mehmet Şimşek ve Lütfi Elvan kabinede kaldı.1.Adam atandı.2.adamlar görevde kaldı.Burda verilen mesajı anlamak lazım..Saray Hükümet'e yön verirken,Asker MİT'e yön verecek.Mit konusunda kararı Saray vermeyecek..Fidan için süreç başladı..Ordu olaya el koyacak derken herkes anlıyor ki vesayet düzeni geri dönecek.Hayır!..Türk Devletlerinde,Devlet Ordudur! Devlet yeniden dirilirken aslında Ordu yeniden olaya el koyuyor diyoruz.Daha önceki Türk Devletlerini kuran Ordu değil miydi ?Halkımızda şöyle bir algı var.Bundan önce siyasi iradeye yapılan operasyonlarda ordu rol almadı mı ? Sıkıntı burda işte..Biz bundan önce Devlet değildik..Ordu çünkü karşı tarafın ordusuydu.Devlet olabilmen için İstihbarat ,Ordu,Hariciye vb Türkün olmak zorunda..Biz diriliş derken bu dönüşümden bahsediyoruz..Erdoğan son aşamaya geldi..Ya bu savaşı kazanacağız yada kaybedeceğiz.
GLADİO:ERGENEKON-BALYOZ-CEMAAT-MİLLİ DAMAR...
Ergenekon-Devlet arasında savaş yok..
Balyoz-Devlet arasında savaş yok...
Cemaat-Devlet arasında savaş yok..
Milli Damar-Devlet arasında savaş yok..
Ergenekon-Balyoz-Cemaat-Milli Damar..Savaş bu yapılar içinde Devlete çalışan isimlerle-Dışarıya çalışan isimler arasında..
Eğer bir savaştan söz ediyorsak GLADİO-Devlet arasında olan bir savaştan söz edebiliriz..
Ergenekon içinde bir yapı 2004 yılında Erdoğan'a darbe yapmak isterken Ergenekon içindeki başka bir yapı Erdoğan'ı korumak istedi.
Balyoz'da da aynı .............
Cemaat'de aynı..............
Milli Damar örgütünde de aynı.......
Cemaat yaptığı operasyonda hepsini aynı pakete aldı.Devlet de buna göz yumdu.Cemaatin daha çok güçlenmesini istiyordu.Milli Damar'ın kendi açık etmesi için Cemaatin çok daha kuvvetlenmesi şarttı.Devlet biz herşeyi cemaate bırakıyoruz mesajını verdi.Bir baktık Ergenekon'u ve Balyoz operasyonunu savunan dönemin Pensilvanyacı grubu birden Cemaat'e düşman oldu.Cemaat içinden ayrılan bazı kişiler bu yapının tarafına geçti.Peki soruyoruz..17 Aralıktan sonra mı aklınıza geldi ? 20 senedir nerdeydiniz ? ''Milli Damar'' örgütün de gladio'ya çalışan isimler olsada merkezinin İsrail-İngiltere olduğunu tahmin ediyorum..
Not: Gülen Cemaati içinde İngilizlere çalışan kanat ; ''Milli Damar'' adındaki örgütü kötüleyerek,Ak Parti tabanına bu örgütü iyi göstermeye çalışacak.Çünkü biliyorlar ki onlar kimi savunursa ak parti tabanı onu kötü görür.Bu algıyı iyi yerleştirdiler.Ak Parti tabanıyla da top gibi oynamaya başladılar..
17-25 Aralık sürecinden sonra Devlet tarafından dışarı çıkartılan sözde Ergenekoncu yapı ''Milli Damar'a savaş açtı.Aslında Cemaat'e savaş açması bekleniyordu. Onlar içerdeyken Milli Damar zaten Cemaati bitiriyordu..Yerine geçmek için.! Bu Milli Damar zamanında Cemaati savunuyordu.Ergenekon ve Balyoz'da ki Milli Komutanları ayırmıyordu..Sahte belgeleri bile yüzyılın en önemli belgeleri diye gazetelerinde yer verdiler.Samanyolu TV'den farksızlardı.Perinçek,Hanefi Avcı gibi isimler içerdeyse ,diğerleri umurlarında değildi.
Asıl gerçek şu ki ;
Hepsi birbirini yerken,güçlenen taraf kim ? ORDU ve MİT...
Ordu güçlendikçe diyecekler ki Ergenekon ; Ak Parti'yi ve Sarayı ele geçirdi..
MİT güçlendikçe diyecekler ki Ordu, İstihbaratı ele geçirdi..
Yargıda tasfiyeler oldukça diyecekler ki Perinçek-Erdoğan iş birliği yaptı..
Medya'ya operasyon olursa,Erdoğan cemaatle savaşacağına bizle savaşıyor.Erdoğan nereye gidiyor ? diyecekler..
Ben Erdoğan'ın 2019 yılında görevi bırakacağını ''KALIN'' bir adamın başa geçeceğini düşünüyorum..Görevi bırakma sebebi ise vizyonunun bitmesiyle alakalı..Erdoğan'ın etrafını saran kirli sarmaşıklar boşlukta kalacak..Ordu ve MİT'te dönüşüm tam anlamıyla sağlandıktan sonra hepsini devlet paketleyecek...
Son olarak Orta Doğu politikamızdan bahsedeceğim...
Ahmet Davutoğlu ve ekibi;Rusya,İran,Çin'i ABD'nin kucağına itmek istedi.İngiltere ve İsrail'in de buna karşılık kendilerine mecbur kalacağını tahmin etti.Hatta Arabistan ve Katar ile ilişkilerimizin gelişmesi,bu yönde devam etmesi bir plan dahilindeydi.Ahmet Davutoğlu'nun Almanya ile yakın ilişki içinde olması İngilizlere bir pastı.Fakat İran bizim aleyhimize denge politikası güdünce(Kürt Devleti konusunda),Barzani ise saf değiştirince PYD'nin eli iyice güçlendi.
IŞID yıllar önce ortağı olan Esad'a saldırdı.Bizim Rusya ile aramızın açılmasından sonra İsrail ;Esad konusunda sözünü tutmadı.Gelecekte kendi menfaati için tutacak! Bizi kendisiyle müzakere etmeye mecbur bıraktı.Ahmet Hoca'nın planı kötü değil,fakat El Nusra ve bir kaç örgütü kendi sınırımıza getiremediğimiz için politikamız çuvalladı.İsrail El Nusra'nın Türkiye sınırına doğru geçişini IŞID aracalığıyla engelledi.PYD'ye karşı El Nusra'yı tampon olarak kullanmak istedik.Türkiye- İsrail görüşmeleri ise bu olaydan sonra hızlandı.
Devlet bu hatalı durumuda bahane ederek Ahmet Hoca ve ekibi ile yollarını ayırdı.Devlet artık politikaları Saray ve Ordu üstünden kurmak istiyor.2005-2011'e kadar olan başarılı Dış Politika'dan eser kalmadı.Fakat Ordu devreye girecek.Buna mecburuz..
Kalın Sağlıcakla...
**Mert Adaş**
Devamını Oku »

Ergün Diler-SURVIVOR

Türkiye'de DEVLET, kabul etsek de etmesek de hep içeri odaklandı. Bırakın dünyada neler olup bittiğini anlamayı bölgeye bile bakmadı. Kendi insanı ile kendi aşiretleri ile kendi işadamları ile kendi üniversiteleri ile kendi sol'cuları ile kendi sağ'cıları ile kendi evlatları ile didişti durdu. Bir modelimiz yoktu. EN iyi siyasetçimiz TAKTİK SİYASETLE gidiyordu.
STRATEJİK düşünme kabiliyetimiz bulunmuyordu.
Durum böyle olunca karşımıza dikilenlerin ne yapmak istediğini anlamıyor, anlamayınca da sonuca gitmekte zorlanıyorduk.
Çok fazlasıyla KORKUMUZ vardı. Kürt'ten, Arap'tan, Rus'tan, Acem'den, İngiliz'den,Amerikalı'dan, Alman'dan korkuyorduk. Oysa korkuya gerek yoktu. BİZ OLMADAN KİMSE BİR ADIM ATAMAZDI. Tek yapmamız gereken BÜYÜK SATRANCI iyi oynamaktı.
Bunun için de bilmek şarttı!
Dün ORLANDO saldırısını yazdım. Gelin bugün biraz daha içine girelim. Anlayalım!
Anlayalım ki yakında burada olması muhtemel durumlara karşı hazırlıklı olalım.
ORLANDO'da bir gece kulübü yani eşcinsellerin gittiği PULSE CLUP basıldı. Saldırının büyüklüğünü ve şiddetini AMERİKAN MEDYASININ servis ettiği şekilde duyduk! O ilk sunulanı GERÇEK kabul ettik.
Medya bu işe yarardı zaten! 50 kişi ölmüş, 53 kişi de yaralanmıştı.
Saldırgan Ömer Metin isimli bir AFGAN'dı. Tabii inanırsanız!
Ama inanmak için CİDDİ (!) bir delil vardı! Ömer Metin saldırıdan önce ACİL DURUM HATTI'nı arıyor ve "Ben bir katliam gerçekleştireceğim.
IŞİD 'in komandosuyum.
Tam bağlıyım. Gününüzü göreceksiniz..." diyordu!
En CİDDİ bulgu buydu! Şaka değil gerçek!
DEVAM...
Peki Amerikan tarihinin en büyük saldırılarından birini gerçekleştiren Ömer Metin'in öldürdüğü 50 kişiden birinin bile fotoğrafını gören var mı?
Peki televizyonlarda baskın görüntülerini izleyen biri ya da birileri var mı? Çünkü yayınlanan görüntülerin PULSE CLUP olmadığı hemen ortaya çıktı!
Sorularımızı çoğaltalım...
53 kişi ORLANDO gibi bir yerde yaralanıyor ve hastaneye kaldırılıyorsa bu insanları neden göremedik? Hastaneye yakınları için koşan aileler nerede?
YOK! Garip değil mi!
Aklı başındaki Amerikalılar'a göre olayda 11 kişi öldü!
Ancak ölenlerin 3'ünün daha önceki tarihlerde hayatını kaybettiği anlaşıldı.
İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ-MEDYA ortaklığıyla organize edilen SAHTE BAYRAKoperasyonlarının bir yenisiyle karşı karşıyaydık! Amaç siyasi bir sonuç almaktı. Kullanılacak malzemeler bunun ne olduğunun işaretiydi! Öncelikli silah tutmayı bile bilmeyen bir MÜSLÜMAN TERÖRİST
(!) gerekliydi. Ardından öfkenin şiddetini abartacakları bir kitle!
EŞCİNSELLER ! İkisi katliamda buluşturuldu. Olay "İSLAM TERÖRİSTTİR "e kilitlendi!
Tıpkı 11 Eylül, Boston saldırıları, Charlie Hebdo, San Bernardino, Brüksel gibi...
Bakın konuşulmuyor, ben de yazarken keyif almıyorum ama bu işleri organize edenAKIL tek bir şeye çok dikkat ediyor! HİÇ Şİİ TERÖRİST KULLANILMIYOR! Bütünsaldırılara tek tek bakın! Yok.
Bulamazsınız...
IŞİD'i, bölgeyi ve yeni paylaşım savaşlarını böyle anlamamız gerekir! Müslümanlar'la İsrail arasındaki kavga sanki yerini Şİİ-SÜNNİ kavgasına bırakacak gibi... Hemen aşağımızdaki bütün adımlar bu yönde. İçeride de...
Daha fazla ayrıntıya girip isim vermek istemiyorum. Ama düşünün! Neyse...
Devam...
Amerikan televizyonları saatlerce saldırıda kullanılan AR-15 silahını anlatıyor. Uzmanlar cirit atıyor. Bizdeki DEPREM BABALAR gibi.
Bir kere AR-15'i kullanmak için özel bir eğitim şart! Eğitimi çözdün; insan OLMAZSAOLMAZ!
Ama Ömer Metin diye biri yok! Televizyonlarda gazetelerde var. O kadar.
Gerçekte bilen yok! Daha da önemlisi saldırıda bulunan hiçbir bulguda AR-15 izi yok!
Akıllı insanların göreceği pek çok saçmalık vardı son operasyonda. Muhammed Ali'nin vefatının boyutlarını hesap edemediler. Erdoğan'a karşı orada takınılan tutum da bunun sonucuydu.
Türkiye'nin bölgedeki ağırlığını gelip Louisville'de göstermesi işlerine gelmedi. Aslında korkan onlardı! İSLAM RÜZGARINI kesmek için kendi insanlarını biçtiler. Çünkü dışarıda İSLAM'ı durdurmak için ADAM bulmakta sıkıntı çekmiyorlardı. Bizdeki gibi! Ama konuyu içlerinde gördükleri an korkuyorlar ve panik yapıyorlardı. Amerikan nüfusunun YÜZDE 2'si etkinliğini kaybetmesin diye SAHTE BAYRAKLAR peş peşe geliyordu. Müslümanlar'ın bir araya getirilmediği Muhammed Ali'nin cenazesinde birHAHAM çıkıyor ve Türkiye'ye saldırıyordu.
Muhammed Ali Müslüman'dı. Ve bu bayrağı ringlerden dünyaya taşımıştı. Yıkılmıyor yıkıyordu!
Hatta Amerika'daki renkli devrimin ilk taşını o döşüyordu.
Obama cenazeye gelmese de onun açtığı yolun sonunda BAŞKAN oluyordu! Peki bu adamlar hem Fransa'da hem Amerika'da neden
SAHTE BAYRAK operasyonları yapıyordu? İşte burada STRATEJİK cevap bulmamız gerekiyordu! NEDEN?
Fransa Avrupa'nın temel taşıydı! Washington'a biraz mesafeli ve kibirliydi.
Paris düşerse Avrupa düşecekti.
Bu potansiyel bir tehlikeyi (Avrupa Birliği'ni) saf dışı bırakmak demekti! Rusya, Suudi Arabistan ve Türkiye de sıradaydı!
Bu ülkeleri kontrol ettiğin zaman dünyanın YÜZDE 80'i emrinizdeydi! Az buz bir şey değil bu!
İşte derin Amerika, Türkiye ve Rusya ile DENGEYE önem verirken PARANIN SAHİPLERİ şimdi herkesi elini altında görmek istiyor. Muhammed Ali cenazesi üzerinden bize verdikleri mesaj bu... Önemli ve büyük... İslam'la, Müslümanlar'la ilgimizi kesmek isteyecekler. Ortadoğu'da kendi bildiğimizi yapmamıza izin vermeyecekler. Hazırlıkları bunun için. Kabul etmek gerekiyor ki her yerde yüzlerceÖZEL EĞİTİMLİ ADAMLARI var.
ÖZEL FAYDA SAĞLADIKLARI DA ortada!
Yürüyüşümüzü kesmek ve yön değiştirmek için DIŞ POLİTİKADA ve İÇ SİYASETTEdeğişiklik meydana getirmek için uğraşacaklar. Birileri BALKANLAR'dan ŞAM'a kadar olan eksendeki ağırlığımızdan mutsuz oldu. Küçük kavgaların BÜYÜKoyuncusu yapmak için gelecekler. İçeriye kapatmak için.
DIŞARISI için düşündükleri ise AK PARTİ değil... Ne etrafımızla ne de Rusya ile ilişkilerimizi düzeltmemize izin vermek isteyeceklerdir. Yalnızlaştırıp budamak arzusundalar. İstedikleri şekle girmemizi talep ediyorlar!
OYUN BU!
Anlarsak ayakta kalırız.
Gerçek SURVİVOR dururken gidip kendinizi adaya hapsetmeyin...Türkiye ciddi bir ülkedir. Ve burada TELEVOLE'den daha önemli şeylerin konuşulması gerekir...
Ben devletime milletime sonuna kadar inanır ve güvenirim.
Korkumuz yok.
Ama oyunu anlarsak tabii
Devamını Oku »

6 Haziran 2016 Pazartesi

Mete Yarar-Bilmediklerimiz

Bazı insanlar vardır ki , yaptıklarını da söylemez yapılanların anlatılmasından da hoşlanmaz. Bu insanlar, yaptıkları işler devasa olmasına rağmen küçük bir torbaya sığdırmayı becerir. Bunu da ‘ben’ lafını kullanmadan ‘biz’ lafını kullanarak yapar.
Sizlere terörle mücadele görevini yaparken en önde olan ama asla rol çalmaya kalkmayan insanlardan biraz bahsetmek istiyorum. Bunu yaparken de en tepeden başlamam gerekiyor. Ülke resmen üç cephede terör örgütleri ve onun destekçisi olan ülkelerle mücadele ederken, Sayın Genelkurmay Başkanı hep cephede olmasına rağmen öne çıkmadı. Her an güvenlik güçlerinin yanında yer alarak kendisine bağlı olmayan diğer teşkilat mensuplarına da destek verdi. Göreve atandığı andan itibaren karargahtan daha çok sahada bulunmayı tercih etti. Her sorunu direk kendisi dinledi ve yapılması ne gerekiyorsa altına çekinmeden imza attı. Kendisi devdi ama asıl devleştirdiği en önde yürüyen güvenlik güçleri oldu.
Bu geziler sırasında bütün kuvvet komutanları da hep yanında olmasına rağmen uyumsuz olan bir tek görüntü sergilemediler. Asıl icracı olan kuvvet komutanları bu zor görevin üzerinden gelebilmek için ortak bir çalışma sergiledi. Geçmişte örneklerini bildiğim için bu ifadeyi özellikle kullanmak istedim. Geçmişte rol çalmaya çalışan kişileri hatırlayınca bu kişiler gözümde daha da büyüdü.
Kurumlar arası kıskançlıktan vazgeçmeyi başaran devlet, sahada güvenlik güçlerine daha fazla yardımcı olabildi.
Genelkurmay karargahından ve onu yöneten ikinci başkandan özellikle de bahsetmek isterim. Ülkenin adı konulmamış bu savaşı sırasında adını hiç öne çıkarmamış ve sistemin doğru refleksler vermesinde çok önemli katkıları olmuştur. Yine geçmişte adını çokça boşuna ezberlediğimiz kişiler gibi olmayı tercih etmeyenlerdendir. Yaptıklarını bugün yazamıyoruz ama bir gün inşallah yazma fırsatımız da olacaktır.
Peki kaç kişi Özel Kuvvetler Komutanı’nın yani , namı diğer bordo berelilerin komutanının adını biliyordur. Her gün yurt içi ve yurt dışı onlarca operasyona imza atan bu birliğin komutanının  ismi sizce nedir?
Etrafına söylediği tek söz “Sürdürülmesi ve adının bilinmesi gereken tek şey Türkiye Cumhuriyeti’dir”  Bundan daha fazla bilinmeye gerek yoktur diyecek kadar da alçak gönüllü bir insandır. Bütün ömrünün geçtiği Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda kiminin komutanı, kiminin abisi kiminin canı, kiminin de çocuğunun nikah şahididir. O, bilmesi gerekenlerin ismini bildiği bir insandır.
Hiç adları ön planda geçmeyen ama her şeyi anında öğrenmemize fırsat veren yüzlerce kişinin çalıştığını zannettiğiniz  ama sayıları onlarca olan kişilerden de bahsetmekte yarar var. Sabahın dördünde mesaiye başlayıp gece yarılarına kadar çalışan enformasyon ekipleri zor bir işi başarmaya çalışıyorlar.
Yıllarca ihmal edilmiş bir bilgi akışını sağlamaya ve onlarca kahramanlık hikayesinin unutulup gitmesine fırsat vermemeye çalışıyorlar. PKK’nın kirli bilgi ağının iletişimin arasına girmesine fırsat vermemeye uğraşıyorlar. Zamanla yarışarak sıfır hata payıyla iş yapıyorlar. Evlerinde bile rahat bırakılmamalarına rağmen telefonlarını hep açıyorlar.
Bazı insanlar vardır küçüktürler, gölgesini kendi zannedip dev havasına bürünürler. Kimileri vardır yaptıklarını iş de yürekleri de insanlıkları da devdir fakat başkalarının görünmesini engellememek için diz üstüne çökerler.
Evet , aylarca operasyonda en önde olanların hikayesini yazdım şimdi görmediklerimizin bir kısmını, bir sonrakinde diğerlerini yazacağım.
Ama merak etmeyin , onlar ben yazsam da yazmasam da ön planda olmamak için diz çökmüş dev olarak kalacaklar.
Devamını Oku »

19 Mayıs 2016 Perşembe

Bi-Simit La Galibe illallah

Zaman 550’li yılları gösteriyor. Efendimizin doğumundan yaklaşık 20 yıl önce. Kureyş’in ulularından Abdulmuttalip düşünceli. Peygamber dedesi bir çözüm arıyor. Çölün ve kuraklığın ortasında Âdem (as) ve İbrâhim’den (as) kalan eve bakıyor. Gelen misafirlerle ilgilensinler diye kaş göz işareti yapıyor hizmetçilere. Herkes Abdülmuttalibi izliyor. Ya bir kıyamet kopacak ya da büyük bir rahmet inecek. Abdulmuttalip’in gölgesi ayağa kalkıyor. Hizmetçiler ve meraklılar çekiniyor Abdulmuttalibi izlemeye. Sadece gölgesine bakabiliyorlar. Kureyş’in ulusu ve emiri Abdulmuttalip 3 adam çağırıyor yanına ve her birine uzun uzun anlatıyor. “Ey Kureyş’in uluları” diyor Hâşim’in oğlu; “Bizler misafirperveriz, lakin bir o kadar da fakiriz. Kazancımız misafirlere ve her fırsatta üzerimize gelen düşmana ya yağma olarak ya da vergi olarak gidiyor. Burayı belirsizlikten kurtarmalı ve İbrâhim’in evini güvenli hale getirmeliyiz. Bu şekilde tüccarlara güven vererek hem burayı ticaret merkezi haline getirir hem de kazancımızla misafirlerimizi daha iyi ağırlarız. Hem de kaybımız olmaz…”
Abdulmuttalip dahil 4 atlı 4 bir yana dağılıyorlar. Birisi Bizans’a gidiyor. Birisi Habeşistan Krallığına gidiyor. Birisi Sasani İmparatorluğuna, birisi de Mısır Krallığına…
Her biri bu krallıklardan koruma istiyorlar. Kazançlarından gereken vergiyi ödeyeceklerini, savaşlarda gerektiğinde asker göndereceklerini ve bunun karşılığında bu krallıkların kendilerinin üzerine yürümemelerini ve yolculara zorluk çıkarmamalarını rica ediyorlar. Krallar Kureyş’in ulularının bu isteklerini garipsese de kabul ediyorlar.
Ve Kur’an’ı Kerim bu olaydan yaklaşık 70 yıl sonra “Li îlafi kureyş, îlafihim rıhlete şıtâ-i vessayf” diye bahsediyor. “Selam olsun” diyor âlemlerin Rabbi, “Selam olsun sorunsuz politika yürütenlere, selam olsun yazın ve kışın ticaret yaparak karınlarını doyuranlara…”
Evet sıfır sorun politikası aslında Davutoğlu’nun ya da Erdoğan’ın Kureyş Süresi ve bu tarihi olaydan esinlenerek benimsediği bir politikaydı. Peki, ne oluyor bu politikanın devamında? Tarih bize şöyle anlatıyor…
Abdulmuttalip ve diğer ulular çevre Krallıklarla anlaştıktan sonra Kâbe’ye ziyaretler artıyor ve Mekke ehli çok kısa zamanda bölgenin en zengin halkı oluyor. Öyle ki bütün krallıklardan halk akın akın Kabe’yi ziyaret ediyor ve Mekkelilerin ödediği vergiler kazandıklarının yanında nerdeyse hiç kalıyor. Mekke büyüyor. Bütün krallıklardan daha çok büyüyor. Bir medeniyet, bir sanat, bir kültür şehrine dönüşüyor ve işte her şey bundan sonra başlıyor…
Krallar Mekke’nin bu yükselişi karşısında homurdanmaya başlıyorlar. Ve halkın ziyaret etmesi için Mekke’nin kuzeyinde Şam’da bulunan Emevi Camii’nin olduğu yer ile Mekke’nin güneyinde Yemen’de ayrı ayrı büyük mabetler inşa ediyorlar. Hedefleri hem güneyden hem de kuzeyden Mekke’ye kutsal amaçla giden ziyaretçileri Yemen ve Şam’da ağırlamak. Ancak Krallıklardaki halklar Âdem ve İbrahim’in evini merak ediyorlar ve bu mabetlere ilgi göstermiyorlar. Bunun üzerine Yemen valisi İbrahim bin Eşrem bir fikir atıyor ortaya. Krallıklara elçi göndererek onlardan askeri yardım istiyor. Mekke ile yapılan anlaşmayı bozmayı ve gönderecekleri askerlere kumandanlık ederek Mekke’yi yakıp yıkmayı teklif ediyor. Krallar bu teklifi makul görüyor. Dönemin süper güçlerinden Habeşistan’dan altmış bin, Bizans’dan beş bin, Sasaniler’dan beş bin ve Mısır krallığından on bin asker gönderiliyor İbrahim bin Eşrem’e. Habeşistan Kralı ayrıca kızını da askerlere İbrahim bin Eşrem’e gönderip emir veriyor : “Eğer İbrahim Mekke’yi yıkar ve amacında başarılı olursa hemen kızımı oracıkta İbrahim bin Eşrem’le evlendirin...”
Ve işte o ordu Kur’an’ı Kerim’de kıssası geçen Fil Vakası’nın gazabına uğrayan ordu. Ve İbrahim bin Eşrem aslında bizim Ebrehe olarak bildiğimiz mağrur ve mağlup komutan. Darmadağın oluyorlar. Yolda cehennemi boyluyor Ebrehe. Bütün ordusu helak oluyor. Ortada tek bir kişi canlı kalıyor. Habeş Kralı’nın gönderdiği Prenses. O Habeşli prenses artık Mekke’de bir köle. Ancak herkes korkuyor ona yaklaşmaya, herkes onu sahiplenmeye korkuyor. Bir melunmuş gibi davranıyorlar ona ve onu yine kendisi gibi Habeşli olan bir başka köleye emanet ediyorlar. Yıllar geçiyor. Bu Habeşli iki köle evleniyorlar. Bir oğulları oluyor. Adını Bilal koyuyorlar… İşte size sıfır sorun politikasından Kureyş ve Fil süresine, oradan da Bilal-i Habeş’e uzanan garip bir hikâye. Allah’ın her ayetinin ne kadar anlamlı olduğunu, her planın nelere gebe olabileceğini gösteren, bazen şaşırtan, bazen hüzünlendiren, bazen kanımızı donduran rahmani bir kıssa…
Peki, neden anlattım bu hikâyeyi. Tekrar başa dönmek icap eder. Davutoğlu’nun teorik olarak, Erdoğan’ın da pratikte uygulamaya çalıştığı ancak bazı zümrelere göre başarısız oldukları sıfır sorun politikasının özeti bu canlar.
Türkiye 2002 yılında Erdoğan’la farklı bir yola girdiği zaman Abdulmuttalip’in çizgisini izleyerek İslam dünyasındaki liderlik boşluğunun yanı sıra Türkiye’nin konumu itibarı ile potansiyelini kullanmak ve Türkiye’yi olabildiğince müreffeh bir ülke yapmak istiyordu. Bunun için Abdulmuttalip gibi her türlü tedbiri alsa da bitmeyecekti Ebreheler. Ve hiçbir zaman Ebâbilleri hesap etmeyecekti bu zalimler. Belki de Erdoğan Abdulmuttalip gibi kenara çekilip bu millet Allah’ın yeryüzündeki kulları, bu milletin tek sahibi Allah diyerek ebabillere kapı açmalıydı. Belki? Ancak İslam dinine “mehdi” tuzağını kuranların tam istediği de buydu. Nitekim Allah “Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onlara arkalarınızı dönmeyin (kaçmayın). Böyle bir günde her kim onlara, tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri dışında, arkasını dönerse, muhakkak Allah’tan bir gazaba uğramış olur ve varacağı yer cehennemdir, orası da ne kötü bir akıbettir.” diyerek bizleri mücadeleyi bırakmaktan ve çekirdek çitileterek Mehdi’yi beklemekten men etmiştir. Evet, kardeşlerim Mehdi aramızda ya da değil, Hz. İsa yeryüzünde ya da değil, bunların ne önemi var kıçımızı devirip yattığımız müddetçe? Bunların ne önemi var bütün bunları tembellik uğruna bahane olarak utanmadan Allaha sunacaksak? İnsan kendini kandırabilir ama Allah içimizde kalmış tek hakikat hücresi varsa, oradaki gerçeğin hem başlangıcı hem de nihayetinden haberdar kardeşlerim. İşte Rabbin “Ne mutlu sıfır sorun politikası ile halkını emniyete alan, yaz kış ticaret yapanlara” diyerek selamladığı bir millet olmak için yola çıkan Erdoğan ileride Ebrehelerle ve tıpkı o dönemdeki Habeşistan, Sasaniler, Mısırlılar, Bizanslılar gibi bu dönemin süper güçlerinin de karşısına çıkacağını biliyordu. Bunu Erdoğan değil, Hz. Allah hesaplamıştı ve bunu Kur’an’ı Kerimde hepimize açıkça bildiriyordu. Ancak tarihimizden habersiz olan bizler Kureyş süresinin mealine bakarak ne garip ayetler deyip istiğfar çektik, Fil süresini de fil vakasından ibaret sandık. Ancak devlet aklı bu tür ipuçlarını es geçmez. Yüzyıllardır hükmettiğimiz topraklar bu sırları kendisinde sakladı ve her dönem bu toprakların sahibine fısıldadı. Bu sırrı fırsat bilenler altı yüz yıl dünyaya hükmetti. Ve yüz yıl boyunca bu sırları duymamazlıktan gelenler mağlup olunca, bu millet tekrar aslına rücu edince o sırlar da tekrar kendini göstermeye başladı. Elhamdülillah. Elhamdülillah. Elhamdülillah…
Her Yahudi’nin çocuk yapma hususunda ne kadar dikkatli olduğunu muhakkak hepiniz biliyorsunuz. Birçok Yahudi’nin yedi, sekiz, dokuz çocukları var. Ve bu sayıyı olabildiğince arttırmak için çalışıyorlar. Avrupa’yı şu anda ayakta tutan gençlerin çoğunluğunu zaten Muhacirler ve Yahudiler oluşturuyor. Bu yüzden artık Avrupa gözden düştü. Amerika’nın da, İsrail’in de gözünden düştü Avrupa. Yaşlı bir nüfus. Yavaş yavaş Müslümanların eline geçen bir kıta… Amerika ve İsrail’in ve bu iki aklın birleştiği Firavun ülkesi İngiltere’nin fark ettiği o kaçınılmaz gerçek. Bu yüzden kendini Avrupa’dan bağımsız görüyor İngiltere. Kendisini bir Avrupa ülkesi olarak görmüyor. Parası ayrı, vizesi ayrı, yasaları ayrı... Üzerinde Güneş batmayan İmparatorluk. Milyonlarca masum insanın kanı üzerinden Şeytan’a hizmet edenlerin ülkesi…
Evet kardeşlerim, Batı artık Batı’yı bile gözden çıkardı. Londra’da bile Müslüman bir Hintlinin belediye başkanı olması gelecekle ilgili çizdiğimiz öngörünün ilk somut örnekleri. Önce belediye başkanları, sonra vekiller, sonra bakanlar, sonra şehirler, sonra ülkeler muhacirlerin eline geçecek. 50 yıl içinde Avrupa Müslüman bir kıta olarak sahnede yerini alacak. İşte bunu çok iyi bilen İngiltere süper güç olarak Amerika’nın yanında Çin’i de opsiyonlu olarak geleceğe hazırlıyor. Ve hızla Müslümanlaşan bu dünyada en azından Müslümanların ifsat edilmesi için İran’a bugüne dek hiç görülmemiş büyüklükte destek veriliyor. En azından amaçları Müslümanları Şialaştırmak. Dikkat edin dostlarım Endonezya ve Malezya’dan ne haberler var? Hiç var mı aramızda Malezya uzmanı? Ya da Endonezya uzmanı? Kapılarının önünde Açe ve Myanmar’da insanlık dramı yaşanırken ne oluyor bu ülkelerde?
Dertliyim dostlar. Canım yanıyor. Bazen on beş yıl öncesine gitmek istiyorum. Küçük bir çocuk olmak istiyorum. On beş yıl önce Malezya’ya gidiyorum. Endonezya’ya gidiyorum. Pakistan’a gidiyorum. Bangladeş’e gidiyorum. Her birinde birkaç sene kalıyorum. Hepsi ile ilgili geniş malumatlar topluyorum. Yol haritaları çiziyorum. Çözüm önerileri hazırlıyorum. Ama hepsi hayal olarak içimin burkulduğu o noktada derinleşiyor. Sancıya dönüşüyor içimde. Sancı gözlerime vuruyor. Gözyaşına dönüveriyor. Gözlerim parmaklarımı zorluyor ve ben kendimi size derdimi anlatırken buluyorum. Geç değil hiçbir şey için kardeşlerim. Allah bize aldığımız nefesi verdirdiği müddetçe geç değil. Çocuklarımız geliyor. Torunlarımız geliyor. Hepsini göndereceğiz dostlar. Kimi Malezya’ya gidecek. Kimi Endonezya’ya. Kimi Moğolistan’a gidecek. Kimisi gerekirse Kolombiya’ya. İslâm’ın aleyhine çalışanların sarf ettiği eforu sarf etmezsek Allah bizden bu emaneti alacak kardeşlerim. Bu yüzden bulamadığınız fırsatları çocuklarınıza buldurun. Evinizde kurbanlık kuzu gibi beslemeyin onları. Salın hepsini. Allah’ın emrettiği gibi yeryüzüne yayılsınlar. Bu davayı sahipsiz bırakmasınlar. Hafazanallah bu dava bizi sahipsiz bırakırsa ne olacağız canlar söyleseniz de? Altımızdaki arabalar mı yoksa oturduğumuz daireler mi kurtaracak bizi?
Kardeşlerim. Yaşım henüz otuz bile değil. Benden yaşça çok büyüklerim var. Kimisi yazar. Kimisi okur. Kimisi gezgin. Onlara seslenmek istiyorum. Allah rızası için etrafınıza bakın. Gençler bir ışık bekliyor. Gençler kendilerine yol olacak, umut olacak bir mütefekkir bekliyor. Gençler bir ideolojinin peşinde koşmak ve bunu yaparken Allah’ın kanunlarını ve adaleti yüceltmek istiyor. Eğer siz harekete geçip bu gençlerin elinden tutmazsanız, bu gençlerin kimi İŞİD’e gönüllü asker, kimisi de yeri geldiğinde ABD ordusunda paralı asker olacak. Kimisi birkaç romantik kitap peşinde koşup heba olurken, kimisi kendisini zekânın kaldıramadığı bu düzenin ezici ağırlığı altında ya ateist olurken ya da tüccar olurken bulacak. Yalvarıyorum size. Bu gençlere bir yol haritası çizin. Bu gençler yok oluyorlar. Ellerinden tutun. Hedef gösterin. Onlar sizden para istemiyor. Sizden makam istemiyor. Sizden ihale istemiyor. Sizden iş istemiyor. Hedef istiyorlar. Eğer bunca yıllık birikiminizle bu gençleri doğru kanalize edemezseniz ve bu nesil ellerimizden kayıp giderse Allah bunun hesabını sizden öyle bir sorar ki zebanilerin tokmağı ile yapılan her vuruşunuz cennetin bile kapılarını titretir. Gençlik hafife alınacak bir zümre değildir. Büyüğümsünüz ama kendinize gelin. Hepiniz siyasetçi olmak zorunda değilsiniz. Hepiniz köşe yazarı olmak zorunda değilsiniz. Hepiniz danışman olmak zorunda değilsiniz. Biraz şu Ümmetin derdi ile dertlenip bir intifadayı da siz başlatın. Bakın Türkiye’den bahsetmiyorum. Bütün Dünya’da Ümmet büyük bir harekete gebe. Bunu da iddia ediyorum. En fazla on yıl içerisinde dünyada büyük bir hareket olacak. Ümmetin gözü Türkiye’de. Bu hareket Türkiye’den çıkmazsa, bu hareket İslam’dan beslenmezse, yani bu hareketi başlatanların ismi yine Marx olursa, Hegel olursa vay ki halinize, vay ki halimize…
Ve ey güç sahipleri; size çok kıymet verdiğim bir hocamın sözünü ileteyim. Kanuni Sultan Süleyman olmasaydı Mimar Sinan da olmazdı… Yani Mimar Sinan arkasında Kanuni Sultan Süleyman durduğu için Mimar Sinan oldu. Yoksa Mimar Sinan da her mimar gibi yaptığı küçük eserlerle orta derecede bilinen bir mimar olarak tarihte yerini alacak belki de silinecekti. Ancak ona o fırsatı veren Kanuni Sultan Süleyman’ın yüzünü kara çıkartmadı ve Mimar Sinan oldu. Ben de güç sahiplerine diyorum ki aramızda bir sürü Mimar Sinan var. Onların arkasında durun. Durmazsanız vebali ağır olacaktır.
Ey Allah’ın yeryüzündeki halifeleri, silkelenin. ABD, Rusya ve Çin arasında büyük bir ittifak var. Ortadoğu’yu yüzyıl sonra Türkiye’ye yem etmek istemiyorlar. Barzani direniyor. Ahrar-u Şam direniyor. Muhalifler direniyor. Suriye’deki mevzu Suriye mevzusu değil. Suriye ile beraber Mısır’ın da, Filistin’in de, İsrail’in de, İran’ın da haritası yeniden çizilecek. Çok yakın zamanda İŞİD, Mısır ile Filistin arasında bulunan Sina’ya yerleşecek. Amerika şimdiden burayı İŞİD’e vermek için çalışmalara başladı. Amaçları burada İşid’in bir devlet kurmasını sağlayıp Gazze’ye komşu yapmak. Sonrasında ne mi olacak? Hamas ve İŞİD savaşı başlayacak. Peki nasıl? Şu anda İran Gazze içerisinde bazı silahlı grupları destekliyor. İsrail’e ara ara savaş çıksın diye füze fırlatan gruplar da işte bu gruplar. Siz sanıyor musunuz ki Hamas ya da Kassam tugayları İsrail’e füze atıyor? Hayır asla. İsrail’in Gazze her ayağa kalktığında, her yeniden inşa edildiğinde, her uyandığında tekrar yok etmesi için bir bahaneye ihtiyacı var. İşte bu bahaneyi İsrail’e veren İran tarafından kurulan bu silahlı gruplar. Evet, maalesef Gazze’nin içinde kontrol edilemeyen İran yönetiminde silahlı gruplar var ve bu gruplar Gazze’nin ayakta kalmasına engel olmak için ellerinden geleni yapıyorlar. İşid ise bu grupları bahane ederek Hamas’a saldıracak. İşid “Siz nasıl bu şia gruplara izin verirsiniz” diyerek Sina bölgesinden sürekli Hamas’ı rahatsız edecek ve belki de Filistin İŞİD tarafından işgal edilecek. İmkânsız mı? İsrail ile İŞİD’in komşu olması ve sonrasında İsrail’in bu bahane ile İŞİD’in kontrol altında tuttuğu her yere saldırması. Bi düşünün İŞİD’in kontrol ettiği ülkeleri? Irak, Suriye, Mısır, Libya, Lübnan… İşte size “Büyük İsrail Projesi”
Mısır’da Râbia meydanında Müslümanların katledilme sebebi özgürlük istemeleri değildi. Müslüman Kardeşler cemaatini silahlanmaya zorlamaktı. Akabinde bunu Cemaati İslami takip edecekti. Kısa bir bilgi vereyim. Cemaati İslami Orta Asya ve özellikle Hint alt kıtasında milyonlarca destekçisi olan bir cemaat, İhvanı Muslimin yani Müslüman Kardeşler ise Ortadoğu ve Afrika’da etkin bir cemaat. Temele ikisinin hedefi de aynı. Batı her iki cemaatin de silahlanıp, radikalleşmesi için elinden geleni yaptı. Ancak iki grupta bu yemi yutmadılar. Sadece Cemaati İslami’nin Keşmir’de yıllardır silahlı mücadele verdiği biliniyor. Eğer Cemaati İslami ve Müslüman Kardeşler bu tuzağa düşselerdi, bugün IŞİD bu kadar büyümeyecekti ve belki de bir anda buharlaşacaktı.
Peki, her şey bu kadar kolay mı? Hayır Allah’ın Arslanları, hayır. Bu kadar kolay değil. Hz. Allah Ebrehe’nin ordusundan kalan bir insanla bize Bilal’i nasıl hediye ettiyse bu üzerimize gelen gazaptan da nice rahmetler ortaya çıkaracak inşAllah. Bu bir temenni ve dua olmanın dışında bir plandır da. Allah’ın izni ile onların planlarını başlarına yıkacağız. Türkiye şu anda Avrupa’yı ABD ve Rusya’ya karşı, ABD ve Rusya’yı da Avrupa’ya karşı kullanırken Pakistan boş durmuyor. Erdoğan’ın mahdumesi Sümeyye Erdoğan’ın düğününde Pakistan Başbakanı Nawaz Şerif ve Katar’ın minik prensi gözünüzden kaçmadı muhtemelen. Peki ya Lübnan’ın eski Başbakanı Hariri? Hani şu babasını İran’ın katlettiği ve sonrasında Hizbullah üzerinden kontrol altına aldığı ülkenin eski Başbakanı? Ve Arnavutluk ve Bosna… O davet edilenlerin nikâh şahitliğini farklı bir şahitlik olarak okuyorum. Müttefiklerimiz çoğalıyor. Hem Avrupa’da hem Ortadoğu’da hem de Hint alt kıtasında zalimlere büyük bir sürpriz yapacağız. İşte “Avrupa’ya ihtiyacımız yok, biz de kendi ipimizi kendimiz keseriz” diyen Erdoğan’ın tebessümünün altında yatan hakikat. Kardeşlerim bahsettiğim 50 sene içerisinde Dünya’da küçük devletler tek tek ortadan kalkacak. Avrupa’da en fazla 2 devlet olacak. Ortadoğu’da en fazla 2 devlet olacak. Asya’da en fazla 3 devlet olacak. Bu, 50 yıl sonra bu şeytani düzenin dünyayı getireceği şartların oluşturacağı bir zorunluluk. Şu an İngiltere’nin şemsiyesi altında bu 3 bölgede geleceğin devletleri oluşturulmaya çalışılıyor. Ortadoğu İsrail ve İran’a, Asya Çin ve Hindistan’a, Avrupa’da temelde Rusya ve İngiltere’nin kontrolüne verilmek isteniyor. Avrupa’nın Rusya rahatsızlığı bu işte. Avrupa yaşlandı. Avrupa bitti. Avrupa’dan muhacirleri aldığınız zaman “Yaşlı Bakım Evine dönüyor Avrupa”… Ve Bangladeş’in İslam ülkesi olduğu hikayesine kanmayın. Bangladeş tamamen Hindistan istihbaratının elinde. Hindistan istihbaratı ise tamamen Londra’nın kontrolünde.
Şu sıralar İran ve Mukteda El Sadr arasındaki tansiyonun sebebi de bu olaylarla alakalı. Irak’ın işgalini hatırlayın dostlar. Irak işgal edildiğinde Amerika’nın ordusuna direnen tek grup Sadr’ın grubu değil miydi? Hatta ilk birkaç ay muhteşem bir direnişle ABD ordusuna ağır kayıplar verdirmedi mi? Amerika Sadr’ı ve destekçilerini alt edemeyince o zaman da devreye İran girmişti ve Sadr’ı emri altındaki Şiaları kendisine karşı ayaklanmakla tehdit ederek silah bıraktırmaya ikna etmişti. İşte köpek İran’ı bir kez daha tanıyın. Irak işgalinin planları Washington’da değil Tahran’da yapıldı. Ve bu kâfirlere karşı direnen tek grup yine İran’ın araya girmesi ile diskalifiye edildi. Kardeşlerim Sadr ve destekçileri Şia’dır ancak Araptırlar. Yani Pers değildirler. Bu yüzden kendilerini gerçek Şia olarak görürler ve İran’ın Şiaları kullanarak yayılımcı politika uygulamasını içlerine sindiremezler. Bunun için de Irak’ta artan İran etkisini azaltmaya yönelik girişimlerde bulundular, daha geçen hafta meclisi bastılar. Ve çakma kahraman Kasım Süleymani Sadr’a direk tehditte bulundu. Bu arada bir bilgi vermek iyi olacak. Irak işgali sırasında İran’ın tehdit ettiği Sadr, milisleri ile geri çekildi ve Erdoğan özel bir uçakla ta o zaman Sadr’ı Ankara’ya getirtmişti. Şu an hâlâ Sadr Türkiye’den destek almakta ve Erdoğan’ın B planı olarak Irak’ın kuzeyinde bir başka fraksiyon olarak bekletilmekte. Benim öngörüm Sadr’ın yakın zaman içerisinde Barzani ile birleşerek en zor zamanda Türkiye’nin yanında duracağıdır. Reisimiz Erdoğan’ın bugüne dek boşa yatırım yaptığını hiç görmedim. İşte kardeşlerim bütün bu yazdıklarım Türkiye ya da İstihbarat ne yapıyor diyerek kendi ülkesini aşağılamaktan keyif alan dengesizlere gelsin. Çalışıyoruz kardeşlerim. Savaşıyoruz. Mücadele ediyoruz. Canımız yanıyor elbette. Bazen üşüyoruz. Bazen ölüyoruz. Ama zoruma gidiyor. Çok zoruma gidiyor. Her gün birçok ülkede savaşçılarını kaybeden İran’ın yaptıklarına karşı bizim yapamadıklarımızı görünce, fedakârlıklardan kaçtığımızı görünce kendi kendime kızıyorum. İçim içimi yiyiyor. Ve ben artık Başkomutan Erdoğan’a diyorum ki “Ey Erdoğan, Suriye’de yaklaşık on beş bin Uygurlu mücahit senin emrini bekliyor. Al bu Uygurlu mücahitleri sınırlarda yeni köyler kur ve bu sınır köylerine yerleştir. Hepsine köy korucusu unvanı ver ve Ortadoğu destanı nasıl yazılırmış görsün dünya. Yap Reisim. Barzani’nin yanına, Ahrar’ın yanına, Sadr’ın yanına her biri doğuştan savaşçı olan Uygurlu kardeşlerimi de koy.”
Dostlarım bizim 2023 hedefimiz ve bu hedef doğrultusunda yaptığımız çalışmalar Müslüman devletlere önderlik yapabileceğimizi bir kez daha ortaya koydu. Suud devleti de kendisine 2030 hedefi biçti. Türkiye’nin hedefinden tam olarak 7 yıl sonrasına. Nedir bu 7 yıl sonrasının sırrı? Dedim ya dostlar. Liderler samimi olduktan sonra yeryüzü sırları açığa çıkarır. Nübüvvetin 7. Yılında Hâşim ve Muttalip Oğulları başta Efendimiz sav olmak üzere Müslümanları korumak için Şi’b-i Ebi Talib’de bir araya gelmişti. Bu aslında Müslümanlara karşı bütün müşrikler tarafından topluca başlatılan zulme karşı yine Müslümanların bir araya gelmesi ve liderine sahip çıkmasıydı. Bilirsiniz Suud’da bir Kral ölmeden bir sonraki asla Kral olamaz. İşte son görüşmede Erdoğan bununla ilgili de Suud’a ders verdi. Tahminim yakın bir zaman içerisinde Kral Selman daha ölmeden yerine oğlu Muhammed Bin Selman’ı geçirecek ve Suud’da yüzyıldır süren Krallık geleneği bambaşka bir boyut kazanacak. Muhammed Bin Selman’ın Kral olarak genç yaşta yeterli güce ve etkinliğe ulaşması için gereken desteği Türkiye sağlayacak. Uzun bir süre bu prensi medyada parlatılırken şahitlik edeceksiniz. Düşünseniz de dostlar daha 10 yıl öncesine kadar Amerika’nın sözünden çıkmayan Suud bugün ABD’ye kafa tutabiliyor, fırça atabiliyor, ABD’nin uyarılarına rağmen Yemen politikasını bağımsız şekillendirebiliyor ve Suriye’ye ordu göndermekle Batı’yı tehdit ediyor. Bu sadece Suud’un Amerika’da bulunan 700 milyar dolarından kaynaklanmıyor. Bu Suud ailesinin (ki içinde Katar ve Bahreyn de var) Türkiye’ye gelerek teknolojik gelişmelere şahitlik etmelerine ve Türkiye’nin kendi başına ayakta kalabilecek gücü olduğuna ve artık Batı’ya uşaklık etmeyeceklerine dair yemin vermeleri ile alakalı. Suud’un bu girişimlerine karşılık Mekke kırsalında İŞİD’in ortaya çıkması kimseyi şaşırtmadı. Suud bu istihbarata hazırlıklıydı. Bir kaç saatlik çatışma ve sonrasında yapılan baskınlarla ABD’ye boyun eğilmeyecek mesajı verildi. Ayıya dayı deme zamanları bizim için nasıl geçtiyse, yavaş yavaş onlar için de geçiyor. Allah’ın izni ile gümbür gümbür geliyoruz. Hızla diriliyoruz kardeşlerim. Bir yanımızda Pakistan, bir yanımızda Suud, Katar, Bahreyn, bir yanımızda Bosna, Arnavutluk, bir yanımızda Azerbaycan… Eskiden düşmanları sayarken şimdi dostları saymanın hikmeti var elbette. Sen eğer güven verirsen, etrafına neden toplanmasınlar? Peki, Bisimit, ya ihanet ederlerse?
Biz birinci dünya savaşını tek başımıza nasıl kazandıysak önümüzdeki savaşları da gerekirse herkese rağmen tek kazanacağız. Devletler sizi şaşırtmasın. Milletler önemli. Türkiye Ortadoğu politikasını Arap Baharı başladığından beri milletler üzerinden yürütüyor. Devletler ya da başkanlardan önce halkların gönlünü kazanıyor. Şu an Çanakkale’de nasıl Yemenli bir Müslümanın mezarı duruyorsa, gerekirse ileride de Yemen’de İstanbul’dan gitmiş bir savaşçının mezarı olacak. Bizler Büyük Türkiye dediğimizde aklınıza Çin’den Sudan’a kadar bütün İslam toprakları gelsin.
Bir yandan sizi tek konuya hapsetmek istemiyorum, bir taraftan da farklı konulara girip dikkatinizi dağıtmak istemiyorum. Ama sonra aklıma derdimiz geliyor. Aklıma sizin bu satırları okurken duymak istedikleriniz geliyor. Allaha yemin ediyorum ki hiçbir sözümde yalan yoktur. Bunların bazıları benim tespitlerim, bazıları öngörülerimdir. Bunlardan daha azı olacak diyenlere sesleniyorum. İnşallah daha fazlası olacak. İnşallah Rabbimin planları çok daha büyük.
Kardeşlerim ceddinizin büyüklüğü üzerinden planlarımızı anlatmaya devam edeyim. Bu yazı da uzun oldu. Hakkınızı helal edin. Dinleyen canlarınıza sağ olsun. Titreyen ellerinize, keskinleşen gözlerinize kurban. Hepinizin kınından çıkacağı o gün geldiğinde sizinle yan yana olmaktan gurur duyacağım ve Allaha yemin ederim ki gülümseyerek öleceğim.
Ey Rabbin emanetçileri, dünyada ilk istihbarat savaşını anlatayım size. Alacağınız dersi de siz seçin. 1770’li yıllardan sonra Amerika kurulur kurulmaz Afrika’ya göz diker. Dönemin en güçlü devleti Osmanlı’nın kontrolü altındaki bu topraklara ajanlar göndermeye başlar. Bu ajanlar zamanla dikkat çeker ve Cezayir’de yakalanıp sorgulanırlar. İlginçtir bu ajanların hepsi Pensilvanya’dan gelmiştir. Amerika Pensilvanya’yı istihbarat merkezi olarak kullanmakta ve burada ajanlar yetiştirerek bunları Afrika’yı ifsat etmeleri için göndermektedir. Bunun üzerine bir tedbir düşünen 3. Selim ilk olarak o yıllarda Cezayir’de bir merkez açtırarak ajan eğitimi için emir vermiş ve bu sefer Cezayir’den Pensilvanya’ya ajanlar gitmeye başlamıştır. Aynı şekilde Osmanlı ajanları da Pensilvanya’da yakalanmaya başlamıştır. Tarihte ilk ajan savaşları resmi olarak bu dönemde bu olaylarla başlamıştır. Olaya resmiyeti ise Amerikalı yazar Peter Markoe kaleme aldığı “The Algerine spy in Pennsylvania” kitabı kazandırmıştır. Peter Markoe mektuplardan oluşan bu kitapta Pensilvanya’da yakalanan Cezayirli casus Mehmet’in hayatını anlatmakta ve tarihe ışık tutmaktadır. İlginçtir Peter Markoe 1790’da bu kitabı yazmış ve 1792 yılında gizemli bir şekilde öldürülmüştür. Çünkü Peter Markoe Pensilvanya’yı o dönemde deşifre etmekle kalmamış, farkında olmadan Osmanlı’yı da efsaneleştirmiştir.
Daha önce “Pensilvanya’nın Hikâyesi” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Google’dan ararsanız bulursunuz. Mutlaka okuyun. İşte bu bölüm de biraz o yazının devamı niteliğinde. Pensilvanya şehri İngiltere’nin lordlarından William Penn tarafından yeryüzünde kargaşa çıkarması ve yeryüzünü ifsat etmesi için bir merkez olarak kuruldu. William Penn o zamanlar Hristiyanlığı tahrif ederek bütün Hristiyanların tamamen dinsizleşmesini ve dinlerinin sadece bir isim olarak hafızalarında kalmasını buradaki operasyonlarla yönetti. Pensilvanya şehrinin ismi de zaten Willian Penn’in soyadından gelmektedir. Hristiyanlık sonrası İslam dininin ifsadı vazifesinin de aynı şekilde Pensilvanya’da bir başkası tarafından üstlenilmesinin tesadüf olmadığı bu örneklerle de aslında ortada. Maalesef kardeşlerim. Her şeyi planlıyorlar. Ama merak etmeyin. Pensilvanya’ya ajanlar göndererek onları şaşkına uğratan akıl hala ayakta duruyor ve onların hıfzalarının almayacağı yöntemlerle tekrar tekrar saldırıyor. Nefislerimiz değil, Allah’ın rızası galip gelene kadar da asla pes etmeyeceğiz. Biz mehdiyi beklemeyeceğiz, her neredeyse bırakın Mehdi bizi beklesin. Bizi mehdi üzerinden pasifleştirmelerine müsaade etmeyin kardeşlerim. Ben bunları söylerken Mehdi ya da İsa’nın (as) dönüşüne inanmadığımı kastetmiyorum. Çünkü aramızda lafımı cımbızla seçerek muhalefet etmekte mahir kardeşlerim var. Ben Mehdiyi beklemenin değil, savaşmanın farz olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Erdoğan ve Davutoğlu mevzusu ile ilgili bir şeyler yazmamı bekleyen var. Ben hiçbiri ile ilgili olumsuz bir şey söyleyemem. Hepimizin bilmesi gereken bir şey var. Bu hareketin bir lideri var. Ve biz o lideri canımızın son raddesine kadar savunacağız. Onu asla terk etmeyeceğiz. İki taraf yok, tek taraf var. İki lider yok, tek lider var. Davutoğlu’na yazık oldu diyen kardeşlerime sesleniyorum. Siz ne planlandığını biliyor musunuz ki Davutoğlu’na yazık oldu diyorsunuz? Ya Erdoğan bunu Davutoğlu’nu bazı kanı bozuklardan korumak için yaptıysa? Utanacak mısınız? Uyanacak mısınız? Kardeşlerim. Devletin size her şeyi anlatmasını beklemeyin. Bazı gizler ve saklar yıllar sonra ortaya çıkacak. O zaman hem Erdoğan’ı hem de Davutoğlu’nu daha çok seveceksiniz. Ve bugün makam için, mevki için kalemleri üzerinden şereflerini kaybedenlere “yuh” çekeceksiniz.
Biz küçükken bu dünyada zekâsını en çok kullanabilen insanları sayardı amcam. Şimdi onların en tepesinde Erdoğan’ı görüyorum. İmreniyorum. Askerinizim diyorum. Ona sarılmak istiyorum. Onun arkasında olduğumuzu bilmesini istiyorum. Bu mücadele de her birimizin gerekirse onu hedef alan oklara karşı Katade Bin Numan gibi gözümüzü feda etmesi icap etse de. Bunu yapacağımızı bilmesini istiyorum.
İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul’da planlanması ve açılış konuşmasının Erdoğan tarafından yapılması tesadüf değil. İslam İşbirliği Konferansı Erdoğan’la birlikte artık Hilafet kurumu olmuştur. Erdoğan daha önce ılga edilen Hilafet’i İstanbul’da tekrar yürürlüğe koymuştur. Bunu hiçbir gazete yazmadı. Hiçbir yazar kaleme almadı. Neden diye soruyorum. Korkmayın artık. İslam İşbirliği Teşkilatı artık Hilafet makamıdır ve Erdoğan İslam Dünyası’nın halifesidir. Ve Halife bütün ülkelere gereken ev ödevlerini vermiştir. Hepsi sınanacaktır. Bu süreçte kim kime boyun eğecek, kim biatını tazeleyecek, kim ihanet edecek hepsi not edilmekte. Hilafet tamam peki ya bu Hilafet’in Şeyhülislam’ı kim?
Bir bilgi daha vereyim o zaman. Bu da tesadüf değil. Şu anda İslam Âlimler Birliği’nin başında Şeyh Yusuf El Karadavi bulunmakta. Kendisi Diyanet İşleri Başkan’ı Mehmet Görmez’i İslam Âlimler Birliği Başkanı olması için davette bulundu. Ve Başkanlığı Mehmet Görmez’e teslim etmek için teklif gönderdi. Bu teklif de bir tesadüf değil. Bu kurumlar tek tek sahibine ve merkeze iade ediliyor. Türkiye tek tek kontrolü ele alıyor. Bu durdurulamaz sürecin farkına varalım Allah rızası için.
Kardeşlerim “Umut bizim için hem nimettir hem de külfettir.” İşte bu yüzden Devletinizin ne yaptığını bilerek bir yandan umutlu olun, bir yandan da sorumluluklarınızı bilin. Bizler eziklik psikolojimizi bir kenara bırakmalı ve kendimize olabildiğince çok sorumluluk vermeliyiz. Devletin yükünü hafifletmeliyiz.
Bazen yazıyı yayınladıktan sonra keşke şunu da yazsaydım diyorum. Es geçmek istemiyorum hiçbir noktayı. Bangladeş’ten Sudan’a kadar yazdığımız destanı herkes bilsin istiyorum. Katar’da açtığımız gibi Gürcistan’da açacağımız, Sudan’da açacağımız askeri üsleri ve bu üslerle nelerin amaçlandığını… Bırakın bizim salak muhalefet içerideki sorunlarla uğraşsınlar. Kim Genel Başkan olacakmış, kim evet diyecekmiş, kim hayır diyecekmiş… Bunlar Türkiye’deki avanakların oyalanması için Reis’in ellerine verdiği oyuncaktan ibaret. Siz resmin büyüğüne bakın her zaman. Bu devlet artık her hükümetle beraber planları değişecek bir devlet değil. Bakın size bir bilgi daha vereyim. Mayıs’ta Türkiye karışacak söylentisini yayan yine bizim devletti. Ve Mayıs ayında Genel Başkan’ın değişmesi için planlar yapılmıştı. Bu söylentiyi öyle profesyonel yaydılar ki buna en önce Paraleller ve Kemalistler inandı ve sahiplendiler. Ondan sonra bu fikri onlar yaymaya başladı. Ve AK Parti’de değişiklikler olunca umutlandılar. Gerçekten bir şeyler olacak sandılar. Ve bu baharı da aslında ellerinden kaçırdılar. Yani Erdoğan onlara yine bir oyuncak verdi ve onlar yine oyalandı.
Evet dostlarım. Ebrehe’nin önderliğinde büyük bir hazırlık yapılıyor. Süper güçler tıpkı 1500 yıl önce Mekke’nin büyüdüğü gibi büyüyen bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü “Büyük İsrail Projesi’nin” karşısında duran tek proje “Büyük Türkiye Projesi” ve biz bunun savaşını sonuna kadar vereceğiz. Bizler Ebabilleri beklemeyeceğiz. Bizler dağın arkasına saklanmayacağız. Bizler Ebabillerden sonra Kur’an-ı Kerim ile emrolunduk. Ve Kur’an bize neyi emrediyorsa onu yapacağız.
Artık Batı’nın yükselişi durdu. Artık Şeytan’ın hâkimiyet alanı daraldı. Anadolu’nun çocukları uyandı. Ankara’da, İstanbul’da bize birkaç patlama ile bilet kesmek isteyenler daha hiçbir şey görmediler. Güneydoğu’da PKK ile işbirliği yapanlar, onların temsilcileri ile el ele mecliste şov yapanlar daha Devlet’in tokadını yemediler.
Türkiye’yi hâlâ İngiltere’nin kurduğu otonom devlet sanan zalimlere sesleniyorum. Biliyorum bu yazıyı okuyorsunuz. Türkiye’de sessiz bir devrim yaptık. Türkiye’yi İslamlaştırdık. Türkiye’de Hilafeti tekrar kurduk. Bütün Dünya’nın gözü önünde hem de. Siz bizim size vereceğimiz oyuncaklarla oynamaya devam edeceksiniz. Siz laikliği tartışırken, biz Sudan’a askeri üs açacağız. Siz Anayasayı tartışırken, biz Yemen’de Sünni grupları birleştireceğiz. Siz AK Parti’de kavga var diye parti yaparken, Biz Mısır’a göz dikeceğiz. Ve her şey bittiğinde, yani siz bir sabah uyandığınızda bütün gazetelerde ve televizyonlarda koca puntolarla şu manşeti göreceksiniz; La Galibe İllallah – Bisimit
Devamını Oku »

12 Mayıs 2016 Perşembe

Vizeler ne olacak ?

Bir güç var ki bugün avrupayı dağıtıyor.

Avrupa büyük bir Türkiye görmek hiç bir zaman istemez,bu yüzdendir ki artık terör kartına daha çok oynayacaklar. Elde başka bir kart kalmadı çünkü. Vize serbestisi atışmaları üzerinden bizi dize getirmeye çalışan,yani ülkemizde ki unsurlarını korumaya çalışan bir Avrupa var karşımızda. Şaşırdık mı ?
Hayır kardeşlerim,hiç şaşırmadık. Bizim arzumuz vize filan değildir zaten,biz sadece avrupanın yüzsüzlüğünü Avrupalı vatandaşlara göstermeye çalışıyoruz. Milletimiz sonuçta bunların ne mal olduğunu biliyor. Ancak avrupada ki sansürü yıkmak için bu algıyı oluşturmak gerekiyordu,ve oldu.

Şundan emin olunuz ki, Avrupalı sahtekar dostlarımız ayağımıza tıpış tıpış gelecekler. medyalarda vizeler kalktı diye flaş haber geçerken kimse dönüp o tarafa bakmayacak bile. Bu hemen mi olur? Sanmam ancak bu mevzular bittikten sonra avrupaya panama belgeleri üzerinden daha ağır saldırı başladıktan sonra siz o zaman avrupayı görün. Bizim bugün onlara ihtiyacımız yok,hatta ve hatta başımıza bela oldukları aşikardır. Bu beladan kurtulmak istiyorsak öncelikle içimizde ki kan çığırtkanlığı yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını taşıyan şahsiyetleri tarihe gömmemiz lazım.
Bizleri avrupa karşısında aciz düşüren tek unsur bu şahıslardır. Ancak müsterih olun,bu devlet muz cumhuriyeti değildir. Bizler öyle bir ataların çocuklarıyız ki, Avrupa'nın kalbi olan Almanya conta sıkmayı öğreniyorken,Türk milleti devlet kurup,devletler yıkıyordu.

Devlet işi Bizden,Şerefsizlik işi onlardan sorulur...

H.Keskin

Devamını Oku »